31 Ocak 2019 Perşembe

HESABINI SORMAYAN MUHALEFET KAHROLSUN.İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı (İBB) tarafından: "2018 YILI VE ÖNCESİ" bazı (yandaş) Vakıf ve Derneklere "bağış ve yardım adı altında" yapılan ödemeler!..

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı (İBB) tarafından: "2018 YILI VE ÖNCESİ" bazı (yandaş) Vakıf ve Derneklere "bağış ve yardım adı altında" yapılan ödemeler!...
Bu veriler, aynen bu şekilde, 28 Ocak 2019 tarihli Sözcü Gazetesi’nde, Çiğdem Toker’in araştırma sonuçları olarak yayınlandı. Aynı gün Halktv’de de verildi ve bugüne kadar yalanlanmadı. Bilgilerinize.. Saygılarımla., Ayla Çokbudak

29 Ocak 2019 Salı

İmam Hatip Okulları Acilen Dönüştürülmelidir!.. İNOSAM Başkanı: Gürkan AVCI “2019’da Değişen Tehditler ve Türkiye’nin Çıkış Stratejileri – 2”

İnovatif Stratejik Araştırmalar Merkezi (İNOSAM) tarafından Çankaya - Balgat ofisinde düzenlenen “2019’da Değişen Tehditler ve Türkiye’nin Çıkış Stratejileri – 2” başlıklı seminerde yine güncel değerlendirmeler ele alındı.
“Türkiye’nin mevcut sınırlı kaynaklarını verimli ve çağın gereklerine uygun kullanarak çocuklarına parlak bir gelecek hazırlaması en büyük ödevidir. Bu anlamda sayıları 5 bine dayanan İmam Hatip Ortaokulu ve Lisesinin yüzde doksanını Matematik, Ekonomi, Fen, Yazılım ve Kodlama, Yüksek Teknoloji, Tarım ve Hayvancılık okullarına/liselerine dönüştürmesi gerekmektedir” şeklinde konuşan İNOSAM Başkanı Gürkan Avcı, düzenlenen tartışmalı toplantıda şunları kaydetti:
İmam Hatip Okulları Acilen Dönüştürülmelidir!
Önerimi, İmam Hatip okullarını siyasi polemik konusu yapmak gibi bir lüksümüzün de kalmadığını hatırlatarak sunmak istiyorum. Spor lisesi, Sağlık lisesi, Sosyal liseler yahut güzel sanatlar lisesi değil özellikle İmam Hatip okulları gerek yapısal ve nitelik gerekse insan kaynağı açısından dönüşüm için en stratejik uygunluğa sahiptir.

İmam Hatip okullarının Matematik, Ekonomi, Fen, Yazılım ve Kodlama, İleri teknoloji, Tarım ve Hayvancılık vb liselerine dönüştürülmesi yoksul ve eğitimsiz bırakılmış ezgin halk çocuklarına kaliteli eğitim fırsatı sunacak, onları dünyaya bağlayacak, potansiyellerini ortaya çıkaracak, onların önünü açacaktır.

Dönüşüm sırasında ihtiyaca göre İmam Hatip okullarının bir kısmı bırakılacaktır ki geçmiş yıllarda da İmam Hatip okulları zaten ülkemizin ihtiyacı gereği kurulmuştur. Artık bu ihtiyaç büyük oranda ortadan kalkmış ve her eğitim basamağında dini eğitim almanın önündeki engeller de kalmamıştır. 2012 yılından itibaren aileler çocukları İmam Hatip okulunda okumasalar dahi Kur'an-ı Kerim, Siyer ve Temel Dini Bilgiler gibi takviye dersleri seçerek çocuğuna aldırabiliyor, alternatif sistemlerde çok fazla.

Bugünün Türkiye’sinin ihtiyacı yüksek teknoloji ürünleri, katma değerli inovasyonları tasarlayabilen gençlerdir. Bugünün Türkiye’sinin ihtiyacı tam donanımlı mühendisler, formasyonu güçlü iktisatçılar, dünyanın en iyi yazılımcıları, en birikimli tarım ve hayvancılık girişimcileridir.

DÜŞÜK TEKNOLOJİ VE KATMA DEĞERİ YETERSİZ ÜRETİM KAPANINDAN KURTULACAĞIZ!
Türkiye sadece inşaat, turizm ve lojistikle kalkınamaz ve güçlü bir ekonomiye sahip olamaz. Türkiye düşük teknoloji ve katma değeri yetersiz üretim kapanından ancak böyle kurtulabilir.

Yeniçağın eğitimi inovasyona dayanıyor. Bu yüzden Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın çocuklarımıza daha reel yüksek hayaller ve gerçek hayata dokunan kısa ve orta vadeli hedefler sunması gerekiyor. Eğitim sistemimizin ortada olmayan bir şeyi tahayyül ettirmeye değil bir değer ortaya koymaya ihtiyacı var. Bu değerin katma değerler üreten bir değer taşıması da gerekiyor. Eğitim sistemimizin standart nitelikleri olması, bilgi ve sentezlere özgürce ulaştırması, icat, inovasyon ve patent üretmesi gerekiyor.

İfade ettiğim gibi bugün bilgi toplumu yüzyılında, dijital çağda yaşıyoruz. Türkiye’nin dijital çağda bilgi toplumu hedefini yakalayabilmesi için teknoloji ve yüksek katma değerli ürünler üretmesi gerekir. Aksi halde toplum olarak akıllı telefonlara, tablet ve bilgisayarlara günde 8 saat harcayarak, en yeni teknolojik ürünlerin müşterisi, tüketicisi olarak bilgi toplumunu yakaladık diyemeyiz. Bilim Türk toplumunda, toplumu ilgilendirmeyen salt bilim adamlarının ve batının işi olarak kabul ediliyor. Halk, yalnız bilimin ürünü olan teknoloji ve yenilikler ile ilgileniyor. Dünyanın en gelişmiş uçaklarıyla donatılmış Türk Hava Yolları'yla övünmek 21. Yüzyıla ortak olmak demek değildir. Her şeyiyle yerli üretimle yapılmış, son teknoloji ürünü bir Samsung cep telefonu yapmaktır. Biz bunu yapacak bir milletiz. Geçmişte defalarca yaptık.

Türkiye’nin gelişmesi, zenginleşmesi, refah ve barış üretebilmesi için çok çok acilen sayıları 5 bine dayanan, bir buçuk milyona yakın öğrencinin eğitim gördüğü İmam Hatip Ortaokulu ve Lisesinin yüzde doksanını Matematik, Ekonomi, Fen, Yazılım ve Kodlama, İleri teknoloji okullarına/liselerine dönüştürmesi gerektiğine inanıyorum. Hükümetin teknokent ve teknopark sayısını ve buralara verdiği destekleri artırarak bir gelişme ve teknolojik bir ilerleme yakalayamayacağını düşünüyorum ki sonuçlara bakarsak ne kadar haklı olduğum ortadadır. Böylesi yanıltıcı yatırımlar yerine uzun vadeli ve derinlikli çözümler üretmeliyiz. Türkiye’nin ileri teknoloji, tarım – hayvancılık, yazılım vb ürünleri tasarlayabilen gençlerin sayısını artırmaya, katma değeri olan ürün ihracatı oranını yükseltmeye ihtiyacı vardır.

YOKSUL HALK ÇOCUKLARINDAN MÜTEŞEBBİS YETİŞTİRECEĞİZ!
Bu ülkenin dezavantajlı ailelerinin yavruları, fakir halk çocukları ulusal ve küresel iş piyasasında işsiz kalmayacak, ucuz iş gücü olmayacak, ara elemanlığa sıkışmayacak ve yenidünyanın yeni iş ve mesleklerinde kariyer ve terfi imkânı bulacak belki de bu topraklar yüzbinlerce başarılı müteşebbis çıkaracak ve hayatlar kurtaracaktır.

Bu liselerde Anadolu’muzun en ücra köylerinden, kentlerimizin yoksul semtlerinden çıkacak en zeki çocukların okuması sağlanacaktır. Bu liselerdeki müfredat ağırlıklı olarak uygulamaya dönük olacak ve tatillerde bulunduğu ilin üniversitesi ile işbirliği içinde, hocalarının dönüşümlü dersler vermesi sağlanarak, okul yöneticilerinin akademisyenlerden seçildiği, en gelişmiş yabancı dil öğrenme tekniklerinin uygulandığı 21. Yüzyılın cesur, ahlaklı ve kendine güvenen necip gençlerimizin yetiştirildiği okullar haline gelecektir.

Yeniden büyük, güçlü, müreffeh olmak için huzur, barış ve kardeşliğin hâkim olduğu Türkiye için İmam Hatip okullarının dönüştürülmesi gerekmektedir. Türkiye’nin yüzyılın kalanında nerde olacağı bu tür vizyoner açılımlar ve büyük reformlarla belli olacaktır. Dezavantajlı halk çocuklarına; Çankaya’da, Şişli’de, Karşıyaka’da kolejlerde okuyan şanslı ve ayrıcalıklı çocuklar kadar; güzel bir gelecek hazırlama mecburiyetimiz vardır.

TAŞRA ÜNİVERSİTELERİMİZİN EĞİTİM KALİTESİ DE ARTACAK!
Sayıları 200’ü geçen üniversitelerimiz nitelikli eleman yetiştirmekte yetersiz kalıyor. Milyonlarca öğrencimizin ve ailelerinin oyalandıkları ve işsizlik kervanına katılmadan önce zaman kazandıkları üniversitelerimizce verilen milyonlarca diploma maalesef enternasyonal anlamda akreditasyon değeri taşımıyor. İşte bu durum eğitimdeki kalite sorunumuzun delillerinden birisidir.

Türkiye’de üniversite okumak işsizliği geçici anlamda askıya alıyor o kadar. Taşradaki çoğu üniversitenin kariyer günlerine yerel şirketler dahi rağbet göstermiyor. Çünkü Türkiye’de üniversiteden önceki eğitimde kalite çok düşük. Orta ve lise eğitiminde eğitim kalitesi yükseltilmedikçe üniversitelerimizden nitelikli ve formasyonu güçlü mezunlar vermemiz imkânsız. Taşradaki birçok üniversitede yüksek lisans ve doktora yapmış gençler üniversitelerde istihdam edilmeye devam ederse, bu üniversiteler liseden farksızlaşacak ve kamu kaynakları israf edilmiş olacaktır.

Ekonomi bölümünden mezun olup ekonomi bilmeyen, mühendis diplomasıyla mezun olup endüstri meslek lisesi mezunu düzeyinde teknisyenlik dahi yapamayacak milyonlarca üniversite mezunumuz bulunuyor. Özellikle bu yüzden İmam Hatiplerin çoğunu ileri teknoloji, matematik, tarım ve hayvancılık, ekonomi liselerine dönüştürmek zorundayız. Bu liseden mezun olanların tarım ve hayvancılık, yazılım, mühendislik, ekonomi okuması üniversitelerimizin eğitim kalitesini müthiş derecede artıracaktır. Eğitim sistemimiz, Batının taşeronu ve fason imalat yeri değildir ve olmamalıdır. Hiçbir bağımsız, onurlu ve özgür ülke, gençlerini bir başka ülkede iş bulması için, Avrupa'ya, Amerika'ya, Kanada'ya kapağı atsın diye eğitmez. Beyin göçüne zemin hazırlamaz.

MASTER VE DOKTORALI GENÇLERİMİZE İSTİHDAM ALANLARI AÇILACAK!
Görüldüğü üzere hem kaynaklarımız çok sınırlı hem de ciddi bir kalite sorunumuz bulunuyor ve çok zaman kaybetmiş durumdayız. O yüzden mevcut okullarımızdan bazılarını ve özellikle İmam Hatip okullarını derhal Matematik, Ekonomi, Fen, Yazılım ve Kodlama, Yüksek Teknoloji, Tarım ve Hayvancılık okullarına/liselerine dönüştürmeliyiz. Üniversitelerimizin iktisat, işletme, ekonomi, ziraat, veterinerlik, bilgisayar, bilişim, fen edebiyat, mühendislik alanlarından mezun yüksek lisans diplomalı, doktoralı gençlerimizi bu liselerde öğretici olarak istihdam edebiliriz.

İMAM HATİP’LERE POZİTİF AYRIMCILIK YAPILMASI, KAMUSAL EĞİTİMİ AŞINDIRIYOR!
Bugün 5 bine yakın İmam Hatip ortaokulu ve lisesinde bir buçuk milyona yakın öğrenci eğitim görüyor. Her geçen gün çok sayıda okul, ihtiyaç olmamasına rağmen, öğrenci ve velilerin itirazlarına rağmen imam hatip okullarına dönüştürüldü. İmam Hatip okullarında yüz bini geçkin boş kontenjan bulunuyor ve İmam Hatiplerin yarısına yakını yarı kapasite ile eğitim veriyor. Öğrenciler merkezi sınavlarda tercih etmedikleri halde cebren İmam Hatip okullarına kayıt ediliyor. İmam Hatip okullarında gerek öğretmen başına düşen öğrenci sayısı gerek sınıf mevcutları diğer devlet okullarına nazaran oldukça düşük. İmam Hatip okullarına dönük rahatsız edici bir pozitif ayrımcılık uygulanıyor. Eğitim bütçesinin aslan payı da İmam Hatip okullarına ayrılıyor.

DİN EĞİTİMİ AİLELERE BIRAKILSA DAHA İYİ OLUR!
Din eğitimi büyük oranda ailelere bırakılması gereken bir konu çünkü ailelerin farklı moral değerleri vardır ve anne babalara çocuklarını istedikleri gibi yetiştirebilme hakkı tanınmalıdır. Devlet eliyle, herkesin vergisiyle belli bir mezhep/itikat ve dini inancın çocuklara dayatılması en başta muasır ve demokratik bir eğitim sistemine sığmaz.

Okullarda din öğreterek başarılı olmuş bir eğitim sistemi yoktur. Ayrıca Türkiye’de bilimsel anlamda din öğretimi başarılı bir şekilde verilemediği gibi Ortadoğu ülkeleri ve Yunanistan hariç dünyada din liseleri olan bir başka ülkede yoktur. Hemen her ilimizde İlahiyat fakülteleri açılmıştır ki bu politikaları da efektif bulmuyorum.

EĞİTİMİ ÇOK CİDDİ ANLAMDA DERT EDİNMEMİZ GEREKİYOR!
Kaldı ki Türkiye’nin sorunu ideolojik bir eğitim değildir. Bu eğitim sistemi işlemiyor. Elimizde çok başarısız olduğumuzu belgeleyen ulusal ve uluslararası veriler var. Herkes eğitimin öneminden bahsediyor ama Türkiye’de eğitimle ilgili ciddi tartışmalar, çalışmalar ve haberler ilgi görmüyor. Herkes eğitim sisteminin başarısızlığından dem vuruyor fakat gerçek anlamda kocaman ülkede beş on kişinin hakiki anlamda dert ettiği bir sorun haline geldi eğitim sistemimiz.

Bu büyük başarısızlığın kimse hesabını sormuyor. Kimse bedelini ödemiyor. Eğitim politikalarını baz alan, ona göre oy veren bir seçmen kitlesi yok Türkiye’de. Oysa günümüzde eğitimi ciddi anlamda dert edinmeyen toplumlar geleceğini de dert etmiyor demektir. Çünkü eğitim gelecek demektir. Eğitim ekonomi demektir. Onur, barış, huzur ve itibar demektir.

Öte yandan küreselleşen yenidünyada ve dijital çağın içinde yaşadığımız günümüzde okulların bir din, ideoloji, yeni bir kişilik, disipline bir karakter ya da telkini bir kimlik kazandırma kabiliyeti kalmamıştır ve mümkün değildir. Çözüm ailededir ve aile eğitimi esas alınmalıdır. Okullarımızda özellikle İmam Hatiplerde çocuklara bir takım dini ve moral değerleri talim ve tedris ettiriyoruz ama okuldan çıktığı anda çocuğun karşılaştığı gerçek hayat daha baskın ve farklı oluyor.

OKULLARIMIZIN TOPLUMUN ÖNÜNDE OLMASI, TOPLUMU DÖNÜŞTÜRMESİ GEREKİYOR!
Türk eğitim sistemi milyonlarca öğrenci, veli ve öğretmenin talepleri dikkate alınmadan hatta onlara rağmen ve hiç durmadan değiştiriliyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde eğitim sistemi tek bir merkezden tek bir kişinin emir komutasıyla yürümüyor. Okulların toplumun önünde olması gerekirken, okulların toplumu dönüştürmesi lazım gelirken Türkiye’de okullar ve eğitim sistemi maalesef toplumun vahametli aynası durumundadır.

Öğretmenlere ve okul yöneticilerine özgün / yeni yöntem ve çözümler denemesine inisiyatif tanımayan katı merkeziyetçi bir eğitim sistemimiz var. Türkiye’de bölgeler arası eğitimde nitelik ve başarı farkı yüzde ellilere yaklaşmış durumda. Çankaya’daki bir okul ile Hakkâri’deki bir okul aynı kitabı ve aynı müfredatı uyguluyor aynı kurallar ve mevzuatla sistemi yönetiyoruz. Öğretmenler mecburi hizmet bölgelerinde çalışmak istemiyor. Oysa mecburi hizmet bölgeleri sürgün yerleri değil, görevde yükselmek için çalışılması gereken yerler olmalıdır.

Hayat sürekli değişiyor. Eğitiminde sürekli değişmesi gerekiyor fakat Türkiye eğitimde reform yapmayı beceremiyor. İmam Hatipler konusunda da öyle. Türkiye’de eğitim sistemindeki değişimler veriye dayanarak yapılmıyor. Örnek uygulamalarla test edilerek, belirli bir data birikimi sağlanmadan ve olgunluğa ulaşamadan ülke geneline bir günde yaygınlaştırılıyor. Reformlar eğitimin paydaşlarına sorulmadan, onların fikirleri alınmadan yapılıyor. Bu yüzden Milli Eğitim Bakanı Sayın Selçuk, eğitim reformlarını Milli Eğitim Şuralarında demokratik bir şekilde tartışıldıktan sonra hayata geçirse, toplumsal desteğini perçinleyeceği ne kadar doğru bir iş yapılmış olur. Yani toparlarsak Türkiye din, sanat ve kültür ile bilim arasındaki ilişkinin yakınlığını dahası ahlak, sanat ve kültürün sağladığı bilimsel açılımın ve bütünlüğün olanaklarını eğitim sistemi içerisinde gerçekleştirmek zorundadır. Cumhuriyetle birlikte bunun alt yapısı kurulmuştur. Bu politik bir görev değil, bilimsel bir sorundur. Türkiye’nin özgürlük hareketlerinin yalnızca demokrasiyi değil, bilimsel özgürlüğü de kapsaması şart olmuştur.

17 Ocak 2019 Perşembe

Sistem çürüyerek çöküyor: Sol, halk muhalefetine sahip çıkmalı [BİRGÜN.NET-30 Aralık 2018] Korkut Boratav ile Pazar söyleşimizin bu ayki konusu Sarı Yelekliler hareketi...


Sistem çürüyerek çöküyor: Sol, halk muhalefetine sahip çıkmalı 
Korkut Boratav ile Pazar söyleşimizin bu ayki konusu Sarı Yelekliler hareketi oldu. Sarı Yelekliler eylemleri üzerinden ‘Sistem Krizini’ ve ‘Sol Arayışları’ tartıştık. Yılın sonunda bir anlamda bir dönem değerlendirmesini içeren söyleşimizin sonunda Türkiye ekonomisini yeni yıldaki seyrini de masaya yatırdık.

► Sarı Yelek giyerek sokağa çıkanların ‘kim’ olduğu çok tartışıldı. Bu eylemin sınıfsal karakterine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

“Sarı yelek”, Fransa’da araçların kaza, arıza hallerinde sürücülerine giymeleri gereken bir “üniforma”. Eylemler başladığında Türkiye’de gözlemsel ilk algılama ‘araba sahiplerinin protestosu’ , ‘orta sınıf tepkisi’ olarak küçümsendi.

Öncelikle şunun altını çizmek gerekir: Otomobil, Batı işçi sınıfları için “ücret malı”dır. Marx’a göre “iş gücünün değeri”, ücretli emeğin varlığını sürdürebilmesi için gereken, tarihsel ve sosyal olarak belirlenen bir zorunlu tüketim miktarı ile belirlenir. Bunun altındaki bir ücret düzeyi, işçi tarafından yeterli görülmez ve kabul edilmez.

ABD’de de kentleşme öyle bir biçim almıştır ki bir işçinin konutundan iş yerine araç sahibi olmadan gitmesi dahi mümkün değildir. Avrupa için de benzer bir durum söz konusudur. Büyük kentlerde toplu taşımacılık yaygındır ama banliyölere yayılan emekçiler için araç sahipliği hayatın vaz geçilmez bir öğesidir. Fransa’da da çalışan herkesin sarı yeleği vardır. Dolayısıyla araç sahipliğini işaret eden sarı yeleğe bakılarak, bu hareket orta sınıf tepkisi olarak küçümsenemez.
MACRON’UN CİLASI DÖKÜLDÜ
► Bu hareketin Fransa’daki siyasi sürece ilişkin etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sarı yelek eylemlerini değerlendirirken Fransız toplumunun bir başka özelliğine de dikkat çekmek gerekir. Sol parti ve sendika örgütleri zayıflamış olsa bile Fransa halkı toplumsal taleplerini sokağa çıkarak savunur. Kimi neoliberal uygulamaların önlenmesini sağlayan, parlamento değil, sokak olmuştur. Sokakta öğrenciler vardır, örgütsüz emekçiler vardır; sendikalar ve partiler de flamaları, bayraklarıyla katılır. Fransa bu anlamda devrimci bir geleneğe sahiptir ve bu geleneği daima hatırlar.

Sarı yelekliler hareketi de sokağa çıkma geleneğinin bir parçası olarak gelişti. Bizim Haziran 2013 kalkışmasına, nasıl Gezi Parkı’nda ağaç kesilmesi vesile olmuşsa, sarı yelekliler eylemine de akaryakıt fiyatlarına zam vesile oldu. Ama bu vesile, çok daha genel bir hoşnutsuzluğu da açığa çıkardı.

Genel hoşnutsuzluğu kapitalizmin siyasi krizinin bir boyutu olarak düşünebiliriz. Başkan Macron, Fransız partileşmesinin sol-sağ ayrımına meydan okuyarak iktidara geldi. Sosyalist parti hükümetinin bir bakanı olarak siyasete adım attı; sonrasında Fransız halkının, önceki iki Başkan döneminde temsili demokrasiye duyduğu tepkiyi kanalize etmeye çalıştı. Kendi partisini de reddetti; geleneksel sol / sağ partilerin dışında bir siyaset önererek yıldızlaştı.

Sonrasında cilası hızla döküldü. Neoliberal modelin ilerletilmesi dışında hiçbir yenilik taşımadığı anlaşıldı. Benzin zammı halk tepkilerini tetikledi. Eşzamanlı olarak Hollande döneminde gerçekleşen servet vergisini kaldırması, Macron’un sınıfsal konumunu iyice açığa çıkardı; bu olgu da sokağa taşındı.
TEMSİLİ DEMOKRASİNİN KRİZİ DEVAM EDİYOR
► Sistem Krizleri nasıl sonuçlar üretiyor?
Batı toplumlarının tümünde, halk, sermayenin kapsamlı politikası olan neoliberalizmin ve küreselleşmenin darbeleriyle karşılaşınca sokakta ve sandıkta tepki gösteriyor; reddediyor; ama tepkileri temsil edecek siyasi bir seçenek bulamıyor. Temsilî demokrasi krizi budur.

Sermaye, bu tepkileri kanalize etmeye çalışıyor. Fransa’da temsil krizinden doğan boşluk, geleneksel siyasetle bağını koparan Macron’la doldurulmaya çalışıldı ve “sarı yelekliler” hareketi, bu numaranın da tutmadığını gösterdi.

Ne olacak bundan sonra? Batı’da geleneksel siyaset itibarsızlaşınca halkın karşısına iki seçenek çıkıyor. Siyaset krizinde sermayenin programı olan neofaşizm mi? Her ülkeye özgü sosyalizm birikimlerini yeniden canlandıran ve emekçi sınıfların siyasetini temsil eden sol mu?

► Sistem krizine soldan da yanıt verilemiyor. Fransa’daki eylemlerle solun ilişkisi açısından bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hollande döneminde Sosyalist Parti’nin sermayeye teslimiyeti, tüm sol partileri ve sendikaları da itibarsızlaştırdı. Sarı yelekliler partiler ve sendikalar tarafından örgütlenerek değil, büyük ihtimalle sosyal medyadan zincirleme haberleşme ile sokağa çıktılar. Başlangıçta hiçbir parti bu hareketi tam olarak sahiplenmedi. Sendikalar da önce uzak durdu. Daha sonra CGT destek verdi; sendikalı işçiler ise eylemlere ilk günden başlayarak katılıyordu. Soldan en yakın sahiplenme Melenchon’ dan geldi; zaten bu hareketi sahiplenebilecek en doğal aday odur.

Sarı yelekliler, bir hareket olarak devam etmeyecek; ama Macron’un Fransa’da temsilî siyaset krizinden doğan boşluğu doldurma çabası da bu hareketle iflas etmiş oldu.

Fransa’da diğer ülkeler gibi iki seçenekle karşı karşıya: Halk muhalefeti ya neofaşist akım içinde kaynayacak ya da sosyalist birikimlerin mirasını canlandırmayı beceren sola yönelecek. Macron, 10 Aralık’ta sarı yeleklilere ödün verdiği konuşmasında “Fransız halkının derin kimliği”ne değinerek “göçmen sorununu da halletmemiz gerekiyor” demiş. Bu tavır, sermayenin tipik tercihini yansıtıyor: Halk muhalefetini milliyetçi / ırkçı söylemlerle neo-faşizme yöneltmek… Tipik bir burjuva siyasetçisi olarak Fransa’da büyük sermayenin çözümünün klasik sağ ile neo-faşist sağın ittifakı olduğunu Macron da bu söylemiyle göstermiş oluyor.
SOL HALK MUHALEFETİNE SAHİP ÇIKMALI
► Sol parlamaların ötesine geçerek, bir seçenek olabilmeyi başarabilmesi nasıl sağlanabilir.
Yunanistan, İspanya, Portekiz hatta İngiltere’deki sol hareketlere baktığımızda, ilk üç ülkede geleneksel komünist partilerin marjinalleşmediğini; ancak neoliberalizme direnen diğer sol akımların da etkili olduğunu görüyoruz. Syriza dahi, geleneksel Komünist Partisi’nin bir türevidir. İspanya’da Podemos Latin Amerika’nın sosyalist geleneği ile yakın ilişki kurmuştur. Portekiz Sosyalist Partisi de, Komünistlerin ve Sol Cephe’nin desteğiyle iktidardadır.

Kendi ülkesinin sosyalist geleneği ile bağ kurmayan bir sol bugün de etkili olamıyor. İtalya’da bunu görebiliriz. İtalya’da, eski Komünist Parti mirasını alıp yok eden Demokrat Parti, sermayenin ana temsilciliğini üstlendi. Burada sol gelenek Demokrat Parti’de sahipsiz kalınca heba oldu; seçmenlerinin bir bölümü 5 Yıldız Hareketi’ne yöneldi; ama bu yeni parti de neo-faşizmle iktidar ittifakını yeğledi. İtalya’da bu anlamda sol kaybolmuştur.

Jeremy Corbyn ise İngiliz İşçi Partisi’nin sol geleneğini tümüyle benimsedi. Blair’ci çizgiyi, partisini genç, militan üyelere açılarak yenilgiye uğrattı.

Her ülkede solun anlamlı bir güç olabilmesi için kendi devrimci mirası ile sosyalist birikimi bütünleştirmesi gerekiyor. Bunu doğru algılayan düşünürlerden birisi Samir Amin’di. Ölümünün hemen öncesinde yeni bir enternasyonal kurulması çağrısı yayımladı: Uluslararası işçi sınıfı hareketi ile Üçüncü Dünya’nın anti-emperyalist mücadelesini temsil eden bir enternasyonal…

Dünya halklarının iki düzen-karşıtı mücadelesinin bir bileşkesi…
► Halk muhalefetinin kaybolması ya da bastırılması kapitalizmin krizini aşmasına imkan tanır mı?
Buradan şöyle bir tarihsel sorun çıkar. Kapitalizm artık bir sistem olmaktan çıkmıştır; hayatiyeti kalmamıştır. Ya devrimci bir dönüşümle yeni bir düzene geçecek; sosyalizme, giderek komünizme yönelecek. Ya da çürüyerek, çözülerek, dağılarak son bulacaktır.

Bir sistem bütün unsurlarını baskı, uzlaşma veya ikna yoluyla bütünleştiren bir sistemdir. İkna yeteneğini kaybettiği andan itibaren sadece baskı kalır. İki türlü baskı: Devlet baskısı ve sermaye baskısı. Emperyalizme bakın: Geçmişte, hem tahripkâr, hem de inşacı idi. Bu nedenle bir sistem özelliği taşıyordu. Bugünkü emperyalizm ise, girdiği, etkilediği her yeri sadece yıkıyor; parçalıyor; tahrip ediyor.

Çağdaş emperyalizmin en açık örneği Ortadoğu değil mi? Bu coğrafyanın iki ülkesinde Mısır ve Tunus’ta devrimci halk kalkışmaları, 2011’de emperyalizm ile bütünleşmiş iki yoz, soyguncu iktidarı devirdi. Emperyalizm ise gerici Müslüman Kardeşler’i iktidara taşımak işlevini üstlendi. Her iki ülkede de halk emperyalizmin seçeneğine direndi; ama ihanete uğradı. Emperyalizm bugün Tunus halkını IMF programları cenderesine sürükledi. Mısır’da askerî faşizmle ittifak içindedir. Hemen ardından Libya ve Suriye’de cihatçılarla ittifak halinde rejim değişikliğine yönelik silahlı saldırıları tezgâhladı.

Bu tablo, bir sistemin çökerek, çürüyerek yok olma tablosudur.
Şimdi ABD emperyalizmi Suriye’den çekip gitmeye kalkışıyor. Sonuç belirsizdir. Çünkü sistem krizi emperyalizmin bütünlüğünü de; tutarlı karar verme yeteneğini de kaybetmesi anlamına geliyor. Amerikan emperyalizmi bugün en az üç karşıt akım arasında mücadele içinde savruluyor. Sistemin içsel çelişkileri Ortadoğu’da odaklanmış olarak karşımıza çıkıyor.

Bu da bize gelecekteki ihtimallerden birisinin çürüme ve yozlaşma olabileceğini gösteriyor. O yüzden devrimci, sosyalist geleneği temsil eden insanların sorumluluğu, halk muhalefetini sahipsiz bırakmamaktır. Lenin’in de ifade ettiği gibi kendiliğinden halk muhalefetinin sınırları var, bu muhalefet sendikal muhalefet olur ve orda kalır. Bunun en açık örneklerinden birisi İngiliz işçi sınıfı hareketidir. Çartist hareket kapitalizmin en güçlü işçi sınıfı hareketlerinden birisiydi; ama sosyalizmi gündemine alması çok zaman aldı. Halk muhalefetinin ileri taşınması şu andaki sol, sosyalist akımlara düşüyor.

Halk muhalefetinin sahipsizliğinin bir sonucu da bugün faşizme sürüklenen Türkiye’de yaşanıyor.
ABD ORTADOĞU’YA SADECE MELANET, FELAKET, KAN VE KIYIM GETİRDİ
► ABD’nin çekilme kararından hareketle, özellikle Türkiye’de bu konudaki tutumlardan birisinin ABD’nin bölgede kalması yönünde bir çağrı ve çabanın söz konusu olduğunu da görüyoruz. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?

Ne söylenebilir? Türkiye’nin acı kaderinin parçalarıdır. Bölgeye sadece melanet, felaket, kan ve kıyım getiren Amerika’ya “çıkma, kal” demek olacak şey mi?

Bu konuda tartışmaya girmek yerine geçmiş bir belgeye referans vereceğim. Aralık2011’de Orta Doğu’ya dönük emperyalist saldırı nedeniyle Cezayir İşçi Partisi’nin düzenlediği bir Dayanışma Konferansı’na Türkiye’den dört meslektaş davet edilmiştik. Suriye’de çalkantılar patlak vermişti; ABD; Körfez ve Türkiye destekli cihatçı saldırı ise o tarihte başlamamıştı.

Konferans, bizin önerimiz üzerine aşağıdaki ifadeyi Sonuç Bildirgesi’ne ekledi: “Konferans, Suriye halkının toplumlarının demokratikleşmesi özlemi ile dayanışma içindedir; ancak, emperyalist güçlerin ve taşeronlarının bu özlemleri Suriye’de rejim değiştirme amaçlı askerî ve siyasî müdahale vesilesi olarak kullanmasını şiddetle lanetler.”

O tarihte söylediklerimiz bir sağduyu ifadesiydi. Sonrasını biliyoruz. Şimdi emperyalizm ve ortaklarının yarattığı çıkan insanî enkazı çaresizce gözlüyoruz. Bugün yedi yıl önce söylenenlerden başka ne denilebilir ki?

► Önümüzdeki süreçte Türkiye’deki muhalefet için neler söylersiniz?
İktidar özgürlük alanlarını sürekli daraltıyor. Onun için bu alanları hem korumamız, hem de mümkün mertebe genişletmemiz gerekir. Yerel seçimler de bu açıdan önemli. Üst yönetimi Türkiye toplumunun ilerici birikimlerini rahatça heba etmiştir; Cumhuriyet değerlerine sırtını dönmüştür. Ama CHP belediyeleri hala Türkiye’nin önemli özgürlük, özerklik mekânlarıdır o yüzden kaybetmemek; genişletmek gerekir.

Meslek odalarımızın, sendikalarımızın hayatiyetleri çok önemlidir. İşçi sınıfındaki direnme eğilimlerini sahiplenen tüm sendikalar desteklenmelidir.

Türkiye’yi yöneten makamlarda gözlenen iç tutarsızlıkları, düzeysizlikleri küçümsemek yanlıştır. Tutarlılık ve bürokratik düzey, faşizmin tüm kurallarını sistemli bir biçimde uygulamak için gerekli değildir. Amaçlarına ulaşmakta başarılı olduklarını görüyoruz.

İki emektar, değerli sanatçıya uygulanan baskı, etkili sindirme, yıldırma yöntemleridir. Bu tür baskılara maruz kalan düşünce, sanat, bilim insanları, faşizm-öncesi Türkiye’nin heba edilemeyecek, saygın düşünsel ve estetik birikimini temsil ederler. Onlarla dayanışma, katkılarını sahiplenme, yaşatma önceliklidir.
2019’DA DA BİRGÜN’Ü SAHİPLENELİM
► BirGün okurlarına yeni yıl mesajınız var mı hocam…
Gazetemiz BirGün bu karanlık, güç günlerde Türkiye basınının sosyalist, aydınlanmacı, ilerici geleneğini temsil etmekte; başarıyla sürdürmektedir. 2019’da da BirGün’ü sahiplenelim; okuyalım; okutalım; aktif katkı yapalım; elbirliğiyle geliştirelim…
***
EKONOMİDE ASIL ŞOK ŞİMDİ BAŞLIYOR
► Türkiye ekonomisinin 2019’daki seyri nasıl olacak?
İçinde yaşadığımız krizin farklı ivmeleri var. İlk ivme döviz krizi ile patlak verdi. İktidarın seçim takvimi nedeniyle ekonomiyi pompalamasının yarattığı gerilimler döviz piyasasına yansıdı. Cumhurbaşkanı, finans çevrelerine karşı Mayıs ayında meydan okuyan bir söylem tutturarak bu gerilimin tırmanmasına katkı yaptı.

Önceki tüm seçimlerde sermayenin kolektif iradesini temsil eden borsa, AKP’nin seçim zaferlerinden sonra yükselmiştir. Zira, neoliberal programı itirazsız uygulayan tek parti iktidarının devamı olumlu karşılanmıştır. Uluslararası finans çevrelerine karşı yürütülen meydan okuma, nedeniyle Haziran 2018’de bu değerlendirme gerçekleşmedi. Ekonominin başına, finans sermayesinden siyasete geçmiş Mehmet Şimşek yerine Albayrak’ın getirilmesi, ek bir güvensizlik etkeni daha oldu.

Bu etkenler, birlikte, döviz krizini tırmandırdı. Ağustos sonunda durumun sürdürülemez olduğu ortaya çıktı. Eylül’de Albayrak Londra’da uluslararası finans çevreleri ile görüştü. “IMF’siz bir IMF programı” önce Merkez Bankası’nın faizleri yükseltmesiyle, sonra da 2019 bütçesine esas olacak Yeni Ekonomi Programı ile kabul edildi.

Bu adımlar dövizdeki yükselişi engelledi. Bunalımın döviz krizi aşaması son bulurken, üretim, istihdam ve milli gelir verilerine yansıyan kritik aşaması başladı. Türkiye ekonomisi Ağustos-Ekim aylarında cari işlem fazlası verdi. Bu fazla, olumlu bir yapısal dönüşümden değil; iç talepteki çöküşün ithalatı daraltmasından; yani yoksullaşmadan kaynaklandı. Dış ticaret döviz tasarrufu sağlamaya başlayınca dövizdeki yükseliş durdu. Ekonominin gidişatı döviz fiyatlarından algılanmaz.. Reel ekonomideki bunalım, son milli gelir verileriyle ortaya çıktı. Ekonomi 2018’in son çeyreğinde 2019’un ilk yarı yılında küçülecek ve küçülmenin sosyal maliyeti ağır olacak.