29 Ekim 2018 Pazartesi

Cumhuriyet Bayramı "Arzu KÖK" Cumhuriyet Bayramı (Ankara, 29 Ekim 2018 - Pazartesi)

Cumhuriyet Bayramı 
Arzu KÖK
Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Cumhuriyet kurulmuştu büyük bir coşkuyla… Düşmandan temizlenmiş bir vatan vardı elimizde ama yoksulluk diz boyu idi. Devlet çok yoksuldu.
 
Yol yok, liman yok, uçak yok... Bir tek tuğla fabrikası bile yok... En önemlisi bunları yapacak ne usta, ne mühendis, ne müteahhit, ne öğretmen, ne sanatçı, ne bilim insanı yok...
Köprü yıkıldığı zaman Belçika’dan mühendis gelirdi... Türk müteahhit tarafından yapılmış ilk Cumhuriyet binası, Ankara yakınındaki “Kayaş”istasyon binası...
Yapılan her yeni bir yapı, büyük bir heyecanla, bayram havasıyla ve törenlerle açılıyordu; herkes heyecanlı; ilk kez Türkler tarafından başarılmış bir iş olduğu için herkes gururlu idi...
İstanbul’un Sular İdaresi; Posta-Telefon İdaresi yabancıların elindeydi... Ulaşım sağlamak çok güçtü… Ancak yeni hükümetin Osmanlı gibi yabancılara satılmış, kiraya verilmiş kurumları yoktu…
Millet yoksul, fakat çalışkandı, azimliydi, milli heyecan vardı, bağımsız olmanın, vatandaş olmanın özlemini, sevincini sindiriyordu içine...
Padişaha “kul-tebaa” olmaktan kurtulmuştu, yurttaş olmuştu, yurtsever olmuştu... Millet olmuştu… Yunan Anadolu’dan kovulduktan sonra geride 10 bin civarında yakılmış-yıkılmış ev bıraktı... Bunların hepsini vatandaş kendisi yaptı, onardı...
Yunanın yakıp yıkmış olduğu 2000’den fazla cami bıraktı geride; bunları da Cumhuriyet idaresi sessiz-sedasız yeniden yaptı-onardı; siyasi malzeme yapmadan, istismar etmeden, din ticareti yapmadan, laikliğin erdemliliği içinde bunu yaptı...
Cumhuriyet döneminde kalkınma hızı %10, sanayileşme hızı %20, bunlar dünya rekoru işler...
Devletin en fakir döneminde dahi DDY millileştirildi; Osmanlı borçları ödendi...
Devletin tek kuruş dış borcu kalmadı...
Her yapılan eser Türklerindi, bunun anlamı şuydu; “Anadolu bizim yurdumuzdur” demekti... Bu toprağın sahibi “Türklerdir” demekti... “Biz bu yurdun sahibiyiz” demekti...
Tek kuruş dış borç almıyor Cumhuriyet idaresi, kredi tekliflerini reddediyor... Ne İMF’den ne Dünya Bankası’ndan ne de başka bir yerlerden kredi alınarak! Her şeyi kendisi üretiyor, dışa bağımlı değildi...
Şimdi ise, alınan dış borçlara ödenen haftalık faizle 80 okul, 80 hastane, 80 kültür merkezi birlikte yapılır...

Atatürk’ün aklı yok muydu ki yabancı sermayeyi getirsin de kullansın? Borç para alsın IMF’den, Dünya Bankasından ya da başka kaynaklardan?
Ülkenin milli bir ekonomisi, milli bir maliyesi yoksa o ülke bağımsız değildir. Bugün ne durumda olduğumuzu siz düşünün lütfen...
“Emret başkanım” deyip, kirli yalanları millete şırınga eden “uydu” kadroların egemenliğindeki bir ülke değildi...
Çağdaşlaşmak ana hedef idi…
Cumhuriyet çağdaşlaşma rejimi olarak algılanıyordu...
Çağdaşlaşmak mecburiyeti vardı; Atatürk bunu yaptı; çağdaşlaşarak Ortaçağı yendi! Yeniçağa doğru koştu…
Bugünlerde “yeni Osmanlılık” hikâyeleri kol geziyor. Ancak özenilen, Osmanlı’nın Kanuni dönemi değil, belki son batış dönemi gibi görünüyor…
Cumhuriyet ve Atatürk yok sayılıyor. Mesela kaç gündür andımız tartışmaları var. Gerekçeleri andımızdaki “Türk’üm, doğruyum” sözleri. Neymiş bu ülkede sadece Türk yokmuş. Eee birisi de çıkıp “Bu ülkede yaşayanlar Arap değil, peki neden ezan Arapça?” diye sorsa ezanı da Türkçe’ye çevirecekler mi yeniden? Bir defa unutulmamalıdır ki orada kastedilen milliyetçilik değil, Türk yurdudur, Türk yurdunun bir ferdi olmak demektir. Amaç ise çocuklarımıza vatan sevgisini aşılamaktır. Ancak şimdilerde çocuklarımızın vatan sevgisiyle dolu olması istenmiyor sanırım… Yazık…
Bir de şimdi; Cumhuriyet resepsiyonu tarihinde ilk kez İstanbul’a taşınıyor… Oysa Cumhuriyet Bayramı Ankara’da, Cumhuriyet’in kurulduğu yerde kutlanmalıdır. Bugüne kadar ki tüm devlet esaslarına da aykırıdır bildiğim kadarıyla. Bu kuralların çiğneniyor olması açıkçası aklıma kötü senaryolar getiriyor… Resepsiyonun İstanbul’da, 3. havaalanının açılışı gerekçe gösterilerek yapılması; Cumhuriyetin değil, havaalanını kutlamaların merkezi yapmak anlamına gelmiyor mu?
Düşünsenize 13 Ekim’de başkent oluşunun 95. yılını kutladığımız Ankara, bu yıl 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının dışında bırakılacak… Gerekçesi bile çok acı… Neymiş havaalanı açılacakmış… Peki o havaalanının adı ATATÜRK ya da CUMHURİYET olacak da o nedenle mi Cumhuriyet kutlamaları oraya taşındı? Açılan bu havaalanı ülke ekonomisini rahatlatacak, huzura kavuşturacak gelir mi getirecek? Sanmıyorum… Zira havaalanı inşaatında çalışan işçilere nasıl davranıldığını görmeyen, bilmeyen kalmadı. Tabii bir de kesilen ağaçlarımız, ciğerlerimiz var…

Bu ülkede gerçek anlamda gelir getiren fabrika ve kurumlarımız birer birer çıkarıldı elimizden. Ekonomi dibe vurdu. Şimdi de madenlerimizin satışta olduğu haberleri sardı ortalığı. Tüm bunlar olurken, üretime hiçbir katkısı olmayacak bir havaalanı için, devletin bugüne kadar ki tüm yapısı çiğneniyor.
Yoksa asıl neden Cumhuriyet düşmanlığı mı? Onu da anlamıyorum ki; bugün birileri o koltuklarda oturabiliyor, kurallarla oynayabiliyorsa bunu Atatürk ve kurduğu Cumhuriyet’e borçlular…
Ancak şunu kimse unutmasın ki Milli Bayramlarını layıkıyla kutlamayan toplumlar, bir gün dini bayramlarını kutlayacak bir vatan da bulamazlar…
Kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın; bu ülke de Cumhuriyet de bizim Kutlu Olsun Cumhuriyet Bayramımız…
Arzu KÖK

1 yorum:

Ahmet Z. Özdemir, 27 Ekim 2018.23:43
Arı gibi çalışkan, bilgi dolu sevgili Arzu,
Vallahi o zamanlar öyleydi, devamında TEK PARTİ dönemi diyorlar insafsıazlar.Osmanlı'nın neden olduğu tüm olumsuzlukları, pislikleri hep tek parti üzerine yıkıyorlar. Oysa tek parti döneminde parti müfettişi A. Menderes de var,C. Bayar da var.Mersin'de SITKÎ Baba (Haydar Haydar Türküsünün sahibi)sempozyumunda sunumum vardı, yeni geldim. devamı olacaktı. Yüz ton selamlar!..Yanıtla

25 Ekim 2018 Perşembe

İstiklal Marşı yarışmasını kim açtı? "Hikmet Altınkaynak" (25 Ekim 2018-Perşembe Cumhuriyet Gazetesi) -İstiklal Marşı, yurdumuzu işgal eden emperyalist devletlere karşı ulusça direncin, umudun, özgüvenin ve utkunun coşkulu bir refleksidir. Türkiye’de yaşayan herkesin marşıdır.


İstiklal Marşı yarışmasını kim açtı
Hikmet Altınkaynak
25 Ekim 2018-Perşembe
Cumhuriyet Gazetesi

İstiklal Marşı, yurdumuzu işgal eden emperyalist devletlere karşı ulusça direncin, umudun, özgüvenin ve utkunun coşkulu bir refleksidir. Türkiye’de yaşayan herkesin marşıdır.
Güfteyi, Mehmet Akif yazmış, Osman Zeki Üngör bestelemiştir. Bunu herkes bilir. Ama marş yarışmasının açılması, güftenin yazılma süreci pek bilinmez. Cumhuriyet Haftası’nda anlatmak iyi olur diye düşündüm.
Anadolu’da Milli Mücadele başlamıştır. 1920’li yılların başında Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) olan İnönü, Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Rıza Nur’u, Orta Tedrisat Müdürü Kâzım Nami Duru’yu makamlarında ziyaret eder, “ulusal coşkuyu koruyacak”, “milli mücadelenin ruhunu taşıyacak”, “halkın moral değerlerini canlı tutacak”, “Fransız milli marşı olan Marseyyez (La Marseillaise) gibi bir marşa gereksinimimiz var” der. Ordu olarak bir yarışma açtıklarını, güfte için 500, beste için 1000 lira para ödülü vereceklerini, yarışmanın önemini anlatır, bunun duyurulmasını ister.
Dönemin şair ve edebiyatçısı sayılan herkes yarışmaya katılır. 724 şiir gelir. Çok güzel olanlar da vardır, bir türlü karar verilemez. Bakan değişir ve yeni Bakan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), bu şiirler arasında marş olabilecek bir güfte bulunmadığı ortaya çıkınca, Mehmet Akif’in yazabileceğini düşünür.
Bir gün Balıkesir Milletvekili Hasan Basri (Çantay) ile karşılaşır. Ondan arkadaşı Mehmet Akif’e rica ederse, bu güfteyi yazabileceğini söylemesini ister. Hasan Basri “para olduğu için yazmıyor, paranın yarışma dışında olduğunu belirten bir yazı yazarsanız, o zaman yazar” diyerek Bakanın yazı yazmasını önerir. O da yazar ama yolda düşüncesini değiştirir, yazıyı vermez. Güfte için para ödülünün kalktığını söyler, “Ben yazıyorum, sen de yazmalısın, 48 saatten az bir zaman kaldı” diyerek, onu yazmaya özendirir.
Mehmet Akif aslında marşı kafasında yazmıştır, masaya oturur yazıya döker, kendine yazılan yazıyı öğrenmeden de yarışmaya katılır ve kazanır.
İstiklal Marşı, Meclis’te birkaç kez okunur, ayakta, dakikalarca alkışlanır. Akif, ‘mükâfat’ın kalkmadığını öğrenince, parayı kabul etmez, Kızılay’a bağışlar.
O Mehmet Akif ki, Milli Mücadelenin içindedir, Mustafa Kemal’in BurdurMilletvekili’dir.
Onun için “Allah benim ömründen alsın, ona versin” diyecek kadar Atatürk’ü seven bir insandır.
O İsmet İnönü ki, Milli Mücadele kahramanıdır. Mustafa Kemal’in en güvendiği silah arkadaşlarındandır. Onun başbakanı, daha sonra ondan cumhurbaşkanlığını devralan Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı, demokrasi için iktidarı yitirmeyi göze alan, cesur, namuslu bir siyaset adamı ve İstiklal Marşı yarışmasını açan, yazılmasını sağlayan bir yol açıcıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 95. yıldönümünü gururla kutluyoruz. Ama Cumhuriyet, Cumhuriyetin kalbi Ankara’da kutlanmıyor! Neden? Sabah akşam Cumhuriyeti kuranlarla uğraşılıyor. İkide bir İnönü hakkında yanlış algı yaratılmaya çalışılıyor. Neden?
Cumhuriyeti, kurucuları Atatürk’ü, İnönü’yü doğru anlamak ve anlatmakvarken, kimileri neden zorla hep yanlış anlar ve anlatırlar? Neden korkuyorlar? Oysa Mehmet Akif “Korkma” diyor! Neden gönülden gelen bir sevgiyle onların adını dile getirmiyorlar? Düşmandan kurtarılan ülkenin, ulusun, kazanılan umudun, utkunun, direncin, İstiklal Marşı’nın hiç mi değeri yok!
Cumhuriyet Bayramımızı yürekten kutluyorum!

20 Ekim 2018 Cumartesi

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ: CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ “AÇILIM, TANITIM, GEREKÇE/SEBEPLER, İLKELER VE HEDEFLER” (Olaylara TERCÜMAN)

CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ “AÇILIM, TANITIM, GEREKÇE/SEBEPLER, İLKELER VE HEDEFLER”
Cumhuriyetçi Demokrat Parti, halkın mutluluk, zenginlik, güvenlik, hürriyet ve refahı için; Devlet idaresinde millet iradesini hâkim kılmayı; Ulus Devletin özgürlük, bağımsızlık, hukuk ve hükümranlığını Misak-ı Milli Sınırları dahilinde temin ve tesis ederek; Kadim gelenek ile müstakbel gelecek arasında sağlam/sarsılmaz köprüler kurmayı amaçlar. Namuslu, dürüst ve demokrat; İlkeli, onurlu ve sorumlu; İktisadi, siyasi, sosyal, tarihi, bilimsel ve kültürel referansları, misyon anlamı ve siyasi dava bağlamında; Atatürkçü bir halk hareketidir. (Güncelleme: Tarih: 07-08-2018 08:43)

TANIM (BİZ KİMİZ)
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Cumhuriyetçi Demokrat Parti, halkın mutluluk, zenginlik, güvenlik, hürriyet ve refahı için; Devlet idaresinde millet iradesini hâkim kılmayı; Ulus Devletin özgürlük, bağımsızlık, hukuk ve hükümranlığını Misak-ı Milli Sınırları dahilinde temin ve tesis ederek; Kadim gelenek ile müstakbel gelecek arasında sağlam/sarsılmaz köprüler kurmayı amaçlar. Namuslu, dürüst ve demokrat; İlkeli, onurlu ve sorumlu; İktisadi, siyasi, sosyal, tarihi, bilimsel ve kültürel referansları, misyon anlamı ve siyasi dava bağlamında; Atatürkçü bir halk hareketidir.
Cumhuriyetçi Demokrat Hareket; 09 Eylül 1923 tarihinde Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Celâl Bayar, Prof. Fuad Köprülü, İsmet İnönü ve Refik Saydam tarafından kurulan Halk Fırkası’nın 10 Kasım 1938’e kadar olan bölümüne karşılık gelen dava, manâ ve misyon süreci ile;
7 Ocak 1946’da Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Refik Koraltan tarafından; Mustafa Kemal Atatürk’ün (8 Kasım 1937 günü TBMM’de Hükümet Programını açıklayan) Başbakan Celâl Bayar’a hitaben: “Millete yepyeni bir program bildirdiniz. Bu program benim millete söz verdiğim programdır. Celâl Bayar ve arkadaşları benim millete söz verdiklerimi yapacaklarını bana ve millete taahhüt ettiler. Ben, milletle birlikte Celâl Bayar ve arkadaşlarının programının nokta nokta uygulandığını izleyeceğim. Daha iyi açıklayayım: Ben Türkiye Cumhurbaşkanı Atatürk ve Türk milleti, Başbakan Celâl Bayar’ın ve onun hükümetinin programını izliyor ve fiilî sonucunu görmek istiyoruz”. (Ayın Tarihi; 1937, Sayı: 48, s.63) hitabına mazhar ve muhatap olarak kurulan tarihi ve kadim Demokrat Parti’nin (07 Ocak 1946 – 27 Mayıs 1960) bileşkesi ileri, çağdaş, modern ve güncel sentezidir.
ÖNEMLİ NOT: Toplam 12 bölümden ibaret olan bu metin "Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi" nin "Açılım, tanıtım, oluşumuna ilişkin gerekçeler ve teşebbüsün sebepleri ile ilkeleri ve hedefleri" konusunda hazırlanmış bir proje, tasavvur ve tasarımdır. Şu kadar ki; Bu tasavvur, plân-proje ve tasarımların kaynağı ve dayanağı; Başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Yerleşik Hukuku, Kanunları ve cari mevzuatı olmak üzere "özellikle"1923-1933 (1938) dönemi Halk Fırkası (Halk Partisi/Cumhuriyet Halk Partisi) ile 1946-1960 döneminde faaliyet göstermiş DEMOKRAT PARTİ'nin siyaseti, dava, misyon ve uygulamaları; Yani: Cumhuriyetçi Demokrat Hareketin referansı, özü, öznesi ve sentezi: Tarihi ve kadim CHP ve DP olup; Esas itibarıyla bu partilerin şahsında "bizzat" Mustafa Kemal ATATÜRK'ün kendisi, O'nun ilkeleri, emaneti, vasiyeti ve Türk İnkılâbı'dır.
Etiketler: CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ-AÇILIM, gerekçe/sebepler, İLKELER VE HEDEFLER-TANIM-BİZ KİMİZ-Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN-Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi, TANITIM & Kaynak: [Turkish Forum - E Turkiyeyiz Biz] ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE PARTİSİ

17 Ekim 2018 Çarşamba

HABER.Makale/HABER.Yorum: TÜRKİYE İŞ BANKASI-Eğitimci.Araştırmacı,Şair ve Yazar ARZU KÖK

Türkiye İş Bankası!... 
Arzu KÖK
Türkiye İş Bankası!...

Erdoğan, “CHP, Atatürk’ü suistimal ederek İş Bankası hisselerinin %28’inin sahibi durumunda” diyerek, Hazine’nin bu hisselere el koyması gerektiğini ifade ediyor. İş Bankası’ndaki hisseleri daha önce de Kenan Evren istemişti. Ancak bu konuda yargının vasiyet kararı var. Atatürk, vasiyetinde İş Bankası hisselerinin CHP tarafından yönetilmesini söylemiş. Herkes bilir ki vasiyet özel özel hukuktur. Genel hukuk kuralları aşamaz.

Vasiyete karşı kanun çıkartılamaz. Ola ki böyle bir kanun ile özel mülkiyete, özel vasiyete, özel mirasa el koymaya kalkılacak, bu durumda çok önemli bir yol da açmış olunur. Zira hemen yarın, ilk fırsatta sizin, çocuklarınızın, yakınlarınızın ve yandaşlarınızın da mal varlığına, mirasına ve vasiyetine yeni gelenler tarafından el konulacaktır. Öyle ya bu yol açılmış olacak. Atatürk’ün mirasına göz dikenlerin dediği gibi “Her şeyde bir hayır vardır!” Ne diyelim…

Atatürk hisselerinin “mülkiyet ve temsilinin vasiyet, yasalar ve yargı çerçevesinde Türkiye İş Bankası tüzel kişiliğinden bağımsız olarak belirlendiğine” dikkat çeken banka yönetimi, bu hisselerden doğan kazancın, Atatürk’ün vasiyetinde belirtildiği üzere, doğrudan Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’na aktarıldığını anımsattı. Zaten hisselerin %31,79’unun halka açık, çoğunluk niteliğindeki %40,12’sinin ise Türkiye İş Bankası Mensupları Munzam Sandık Vakfı’na, yani banka çalışan ve emeklilerine, %28,09 oranındaki Atatürk’e ait hisseler. Hisseleri temsil yetkisi vasiyetle CHP’ye verilmiştir. Ancak buradan CHP’nin hiçbir kazancı yoktur. Zira buradan gelen para, Türk Dil Kurumu’na ve Türk Tarih Kurumu’na gidiyor. Hem zaten Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu yine Atatürk’ün vasiyeti çiğnenerek devletleştirilmişti. Bu durumda İş Bankası’ndan gelen kazanç bu kurumlar devletleştiğine göre zaten yine devlete gitmiyor mu? Şimdi bu söylemlerin, mirasa göz koymanın anlamını çözebilen var mı?

Atatürk bankayı kurarken, “girişimcilere kredi vererek ve gerekirse doğrudan kurucu olarak ulusal sanayinin oluşmasına öncülük etmesini” özellikle belirtmiştir. Bu buyruk doğrultusunda çalışılması nedeniyle cam sektöründen sigortacılığa, gayrimenkulden demir çeliğe ve lastikten tekstile kadar Türkiye’nin lokomotifi olan birçok sektörde, İş Bankası iştirakleri önde gelir. Bu anlamda İş Bankası bankacılık alanında Türkiye’nin en büyük bankası olmasının ötesinde, birçok büyük şirketin ortağı olarak, aynı zamanda Türkiye’nin en büyük holdingidir.

“Finans sektörünün yanı sıra Türkiye’de sanayinin gelişmesine de büyük katkılar sağlayan Bankamız, kurulduğu günden bu yana 294 şirkete iştirak etmiş ve zaman içerisinde 271 şirketteki ortaklığını devretmiştir. Aralık 2017 itibariyle finans, cam, telekomünikasyon ile sanayi ve hizmet ana gruplarında faaliyet gösteren 23 şirkette doğrudan ortaklığı bulunurken, dolaylı olarak kontrol ettiği şirket sayısı 95'dir.” diye yazıyor İş Bankası’nın resmi internet sitesinde. İsteyenler siteye girip detayları inceleyebilir rahatlıkla.

2015 yılı Haziran ayında yapılan bir törende konuşan Borsa İstanbul Genel Müdürü Tuncay Dinç, “İş Bankası ve halka açık iştirakleri olan 15 şirketin toplam piyasa değerinin 12 Haziran itibariyle 17 milyar dolara ulaşmış olduğunu” bildirmiş ve "halka açık şirketlerimizin toplam değerinin 223 milyar dolar seviyesinde olduğu düşünüldüğünde, İş Bankası Grubu'nun piyasamız açısından önemi daha iyi anlaşılacaktır” demiştir.

Halka açık 15 şirketin 2015’deki piyasa değeri 17 milyar olduğuna göre, geride kalan 103 şirketi de (ki bunların arasında Paşabahçe Cam, Çayırova Cam, Trakya İplik ve Türk Pirelli gibi büyük şirketler var) göz önüne alırsak pastanın büyüklüğü anlaşılır.

Durum böyle olunca insanın aklına Atatürk’ün mirasına göz koymanın asıl amacının bu pasta mı olduğu geliyor. Zira ekonomi kötü, satılacak fabrikalarımız, hatta arazimiz bile kalmadı. Altı ay sonra da seçim var. Acaba bu pastadakileri satma düşüncesi mi hasıl oldu diye düşünmeden edemiyor insan. Zira göz konulan şey bir miras…

Atatürk’ün mirasına dokunmayın!... 
Zira yarın iktidara gelen birileri de sizin ve çocuklarınızın mirasına dokunur!...

13 Ekim 2018 Cumartesi

Afganistanlı Farkhunda, 27 yaşında bir Afgan kadınıydı. Öğretmen olacaktı. Ama olamadı. Fanatik, cahil ve güdümlü din tüccarları tarafından linç edildi!.. Şeriatla Gaza Getirilen Cahil Kişiler Suçlu Suçsuz Ayırmaz - Türkiye'mizde de İslâm Dinimizi Anlamayan O Kadar Çok Kukla Var ki!.. Kaya Alp Buyukataman & TC BEKİR CAN

Şeriatı İstismar Ederek Gaza Getirilen Cahiller Suçlu Suçsuz Ayırmaz-Türkiye'mizde de İslâm Dinimizi Anlamayan O Kadar Çok Kukla Var ki!..
Kaya Alp Buyukataman (12.10.2018) 
TC BEKİR AYAN

Afganistanlı Farkhunda, 27 yaşında bir Afgan kadınıydı. Öğretmen olacaktı.





19 Mart 2015 tarihinde bir caminin önünde muska satan bir molla ile tartışmasının bedelini bir grup öfkeli erkek tarafından linç edilerek ödedi. Taşlar ve sopalarla feci şekilde dövüldü, yerlerde sürüklendi, bir çatıdan aşağı atıldı, arabayla çiğnendi ve benzinle yakılarak can verdi!
Üstelik o insansıların arasında bütün bu vahşetin her saniyesini videoya çekenler vardı, ibreti âlem için bütün dünya görsün ve korksun diye. İslam’a yönelik her eleştirinin yakıp kavurucu bir öfke ile karşılık bulacağını, buna cüret edenlerin sonunun ne olacağını herkes bilsin diye…
Yüreği yetenler Youtube’dan aynen izleyebilir..
Peki, ne yapmıştı Farkhunda?
O, bir molladan kötülükleri kovmak için muska satın alan kadınları bunlara para vermeyin, bunların İslam’da yeri yoktur diye uyarmıştı sadece. Çocuğu olmayan, hastalıklarından kurtulmak isteyen zavallı insanların kâğıt parçalarından medet ummasını doğru bulmuyordu. Bunu gidip o caminin önünde o din satıcısıyla tartışma cesaretini göstermişti Farkhunda. Bedelini canıyla ödeyeceği o karşı duruşu sergilemişti.
Kesesini doldurmak için küçük kâğıt parçalarına dua yazıp insanlara hap gibi din satan o mollanın bir kadının cüreti karşısında afallayıp “Kuran yaktı bu kadın” iftirasıyla ortalığı velveleye vereceğini ve bunun sonucunda oraya toplanan bir grup hayvansı tarafından vahşice linç edileceğini bilebilir miydi? “Ben bir Müslüman’ım ve Müslümanlar Kuran yakmaz” diye feryat etti ama dinletemedi. Vahşeti durdurmak için çevredeki polislerden yardım isteyen birkaç doğru düzgün insanın aldığı cevap ise, boş verin bu da İslam düşmanlarında ibret olsun şeklindeydi. O öldürülürken, bedeni paramparça edilirken öylece bekledi polisler.
Sonra babasını aradılar. Gel, kızın bir ‘günah’ işledi al götür dediler. Öyle ya, bir din satıcısın sahtekârlığını yüzüne vurmaktan daha büyük bir ‘günah’ olabilir miydi? Hakkında bir sürü palavra uydurdular. Akli dengesi bozuk bir kadın Kuran yaktı dediler. Oysa onun istediği hurafelerden ve din bezirgânlarından arındırılmış bir dindi ve bunu dile getirme cesaretini göstermişti, hepsi bu.
Ama umdukları gibi olmadı. Farkhunda’nın parçalanmış ve yakılmış bedeni binlerce Afgan kadınının öfke seline dönüştü. Yüzlerce yıldır süren bu erkek düzenine, alınmaya, satılmaya, tecavüze uğramaya ve aşağılanmaya karşı Farkhunda’nın ölü bedeninde hayat bulan bir öfke seline. Kadınları hayattan silen, zindanlara hapseden o molla düzenine inat Farkhunda’nın cenazesi binlerce kadının omuzlarında yol aldı. Ve o kızı yetiştiren baba istedikleri gibi kızından utanmadı, onu lanetlemedi. Ailesinin soyadını Farkhunda olarak değiştirdi!
Olayın ardından hem Afganistan’da hem de bütün dünyada tepkiler çığ gibi büyüdü. Afganistan’da açılan soruşturma neticesinde 26 kişi tutuklanırken 13 polis açığa alındı. Arkası gelir mi, gerçekten suçlu olanlar adalet önünde hesap verir mi, bilinmez. Türkiye’de ise gündemin yoğun olmasından mıdır, yoksa artık her türlü katliama karşı bağışıklık kazanmış olmamızdan mıdır bilmem Farkhunda olayı yeterince gündeme gelmedi. Hâlbuki üç beş sahtekâr politikacının seçim zırvalarını tartışırken Farkhunda’nın katliamına verilecek anlamlı bir tepki için pekâlâ vakit bulabilirdik.
Sanıyorum artık alıştık. Bir otele sığınmış insanların diri diri yakılışını TV’den izleyerek büyümüş bir nesil değil miyiz?
Kim bilir kaçıncı izleyişimiz bu insanları vahşice katledilişini.